Erzurum Kongresi'nin 94. yıldönümü. Kutlu olsun.
Bir milletin kaderini çizecek yeni oluşum sabaha karşı Erzurum'da dile getirilir.
Gün doğarken, henüz doğmamış ülkenin idari şekli not düşülür...
Atatürk, "Cumhuriyet" sözcüğünü ilk kez Erzurum'da dile getirir.
Ne zaman?
Erzurum Kongresi'nin bittiği gece.
Yani, 7 Ağustos'u 8 Ağustos'a bağlayan gece.
Sadece cumhuriyet mi?
Hayır...
Mustafa Kemal Atatürk, tesettürün kalkıp, şapka devriminin yapılacağını yine Erzurum'da ifade ediyor.
Harf Devrimi'nin gerçekleşeceğini Erzurum'da kaydettiriyor.
Atatürk'ün çalışma arkadaşlarından Mahzar Müfit Kansu "Erzurum'dan ölümüne kadar Atatürk'le beraber" adıyla Türk Tarih Kurumu tarafından çıkarılan anılarında bakın neler yazıyor:
"Erzurum Kongresinin bittiği gece (7/8 Ağustos 1919)
Paşa coşmuştu:
-Erzurum'da ve Kongre'de gördüğüm samimiyet, mertlik ve fedakârlık, azim ve iman, beni doğrusu çok cesaretlendirdi. Memleketimi kurtarmak yolundaki cesaretimi artırdı.
Erzurum'a ilk geldiğim günkü vaziyetimi biliyorsunuz. Ben burada rütbemi, Yaveri Hazreti Şehriyarîliği, resmî mevkiimi, üniformamı attım ve bütün kâinata sine-i millette bir fert olduğumu ilân ettim.
Arkadaşlarım da böyle. Üniformalı olanlar üniformalarını, memur olanlar memuriyetlerini terk ettiler. Hepsine minnetta-rım ve hepsinin takdirkârıyım. Şu hâlde ihtirassız, yalnız vatan ve memleket selâmetini gaye edinen insanlar olarak çalışıyoruz. Allah koruyucumuzdur. Mutlaka muvaffak olacağız.
Paşa, emir eri Ali'ye seslendi:
-Ali, kahve yap bize...
Ali kahveleri getirinceye kadar, Süreyya Yiğit'in:
-Muvaffak olduktan sonra dahi iş bitmiyor Paşam, memle-ketin namütenahi (sonsuz) çalışmaya ve inkılâplar vücuda getirmeye ihtiyacı var.
Şeklindeki düşüncesi ile konu, memleketin sosyal yapısına geçti.
Paşa, "Vatanın kurtulmasından sonra cumhuriyet ilânının şart olduğu" hakkındaki düşünce ve inancını bir kere daha sağladıktan sonra:
- Mazhar not defterin yanında mı? diye sordu.
- Hayır Paşam... dedim.
- Zahmet olacak ama bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel. dedi.
Nerede ise sabah olacaktı. Fakat onun yanında iken dünya, gecesi gündüzü olmayan bir âlemden ibaretti. Bundan dolayı, uyku ihtiyacı da yoktu. Hemen aşağıya indim. Not defterini alıp geldim.
O, hatıra defterime ve günü gününe her olayı not edişime hem memnun olur hem de bazen lâtife etmekten kendisini alıkoyamazdı:
- Hafızalarımız zayıfladığı zaman Mazhar Müfit'in defteri çok işimize yarayacak... derdi.
Defteri getirdiğimi görünce, sigarasını birkaç nefes üst üste çektikten sonra:
- Ama bu defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar mahrem kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin. Şartım bu... dedi.
Süreyya da, ben de:
- Buna emin olabilirsiniz Paşam... dedik.
Paşa, bundan sonra:
- Öyle ise önce tarih koy!.. dedi.
Koydum: 7-8 Ağustos 1919. Sabaha karşı.
Tarihi, sayfanın üzerine yazdığımı görünce:
- Pekâlâ... Yaz!.. diyerek devam etti:
- Zaferden sonra şekli hükûmet (hükûmet şekli) cumhuri-yet olacaktır. Bunu size daha önce de bir sualiniz münasebetiyle söylemiştim.
Bu bir.
İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır.
Üç: Tesettür kalkacaktır.
Dört: Fes kalkacak, medenî milletler gibi şapka giyilecektir.
Bu anda ister istemez kalem elimden düştü.
Yüzüne baktım gayri ihtiyarî o da benim yüzüme baktı.
Paşa ile zaman zaman senli benli konuşmaktan çekinmez-dim.
- Neden durakladın? deyince:
- Darılma ama Paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var. dedim.
Gülerek:
- Bunu zaman tayin eder. Sen yaz... dedi.
Yazmaya devam ettim:
- Beş:Lâtin hurufu (harfleri) kabul edilecek.
- Paşam kâfi... kâfi.. dedim ve biraz da hayal ile uğraşmak-tan bıkmış bir insan edası ile:
- Cumhuriyet ilânına muvaffak olalım da üst tarafı yeter! diyerek, defterimi kapadım ve koltuğumun altına sıkıştırdım.
İnanmayan bir adam tavrı ile:
- Paşam sabah oldu. Siz oturmaya devam edecekseniz hoşça kalın... diyerek yanından ayrıldım.
Gerçekten gün ağarmıştı. Süreyya da benimle beraber odadan çıktı. Fakat, burada ve bu anda olayların beni nasıl tekzip ve Mustafa Kemal'i teyit ettiğini, daha doğrusu Mustafa Kemal'in beni nasıl bir cümle ile hapt (cevap veremez duruma koyduğunu) ve mahcup ettiğini itiraf etmeliyim.
Çankaya'da akşam yemeklerinde birkaç defa:
- Bu Mazhar Müfit yok mu, kendisine Erzurum'da tesettür kalkacak, şapka giyilecek, Lâtin hurufu kabul edilecek dediğim ve bunları not etmesini söylediğim zaman defterini koltuğunun altına almış ve bana hayalperest olduğumu söylemişti. Demekle kalmadı, bir gün önemli bir ders de verdi.
Şapka inkılâbını ilân etmiş olarak Kastamonu'dan dönü-yordu (1 Eylül 1925). Ankara'ya döndüğü anda otomobille eski Meclis binası önünden geçiyor, ben de kapı önünde bulunuyor-dum. Manzarayı görünce gözlerime inanamadım. Kendisinin ve yanında oturan Diyanet İşleri Başkanının (Rifat Börekçi) başında birer şapka vardı. Kendisi neyse ne? Fakat, kendisini karşılamaya gelenler arasında bulunan Diyanet İşleri Başkanına da şapkayı giydirmişti. Ben hayretle bu manzarayı seyrederken, otomobilini durdurttu, beni yanına çağırdı ve birden:
- Azizim Mazhar Müfit Bey, kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun? deyiverdi.
Bu bir lâtifeydi fakat mahcup eden bir lâtife.
Ve gerçekten bu büyük adam, geceleri gündüzlere katarak düşünmeyi ve millî bünyenin tahammülünü bilmiş, her şeyin zamanını hesaplamış ve zamanı iradesine boyun eğdirebilmişti.
Benim o gün hayal ve masal diye karşılayarak not ettiğim her madde, zamanla birer gerçeklik anıtı olarak karşımda bütün endamı ile boy gösteriyordu!"